Belirli bir kelime sayısının altında tutmaya özen gösterdiğim öykü denemelerine devam ediyorum. Tabii boşlukları doldurmak yine size kalıyor:
ŞEHİRDE BİR YÜRÜYÜŞ
Gün ışığı sokakları iyice doldurmuştu. Işıkla birlikte insanlar da. Onlarla birlikte yürürken daha önce de sık sık yaptığı gibi insanları izlerken buldu kendini. İçlerinden biri olarak gözlemlemek her zaman yaptığı gibi Boşluk’tan izlemeye hiç benzemiyordu. Oradan bakarken akvaryumdaki balıkları izliyormuş gibi hissederdi kendini. Sanki aralarında kalın bir cam vardı. İnsanlar bir sağa bir sola yüzüyorlar, ağızlarını açıp kapatıyorlar, aynı yerlerden tekrar tekrar geçiyorlar, her seferinde aynı şeyleri tekrar tekrar yapıyorlar ve yaptıklarını unutup bir daha yapıyorlardı. Oysa şimdi akvaryumun içinde olunca her şey bambaşkaydı. İnsanlar sağa sola gitmiyor, amaçlarını kovalıyorlardı. Hayalleri vardı, o hayallere ulaşmaya çalışıyorlardı. Ağızlarını boş boş açıp kapatmıyorlar, konuşuyorlardı. Tartışıyorlar, gelişiyorlardı. Hiçbir şeyi tekrar tekrar yapmıyorlar, değişik sonuçlara, bazen de aynı sonuçlara ama her seferinde değişik yollardan ulaşıyorlardı. Üstelik ne kadar çok insan varsa o kadar da çok gidilecek yol vardı. Herkes bir şekilde kendi yolunu çiziyordu. Kimisi çıkmaz bir sokağa, kimisi sınırların ötesine.
Bir ara sokakta siyah beyaz bir kediyle sohbet eden yaşlı bir adam gördü. Yaşlı adamı dinleyen kedinin kuyruğu bir metronom gibi hareket ediyordu. Onları uzaktan izleyerek yürümeye devam etti. Birkaç öğrenci yanından koşarak ve neşelerini etrafa yayarak geçip gittiler. Sırtına tenis raketi asmış bir kızın termosundan dumanlar çıkıyordu. Bir adam sırtını duvara dayamış gazete okuyordu. Genç bir adam sabah ışığının yumuşaklığından faydalanarak sokakları fotoğraflıyordu. Bir grup bisikletli önünden geçip gittiler. Köşeyi dönerken hepsi de kollarını o yöne doğru önceden kaldırmışlardı.
Adımları onu küçük bir çocuk parkına getirdiğinde çevresine bakındı. Parkta ondan başka kimse yoktu. Banklardan birine oturduğunda yıllardır hiç kıpırdamadan olduğu yerde bekleyen banktan gıcırtılar yükseldi. Tahtaları kırılmış, bir vidası kaybolmuş, metal yerleri paslanmıştı. Üç ufak serçe gökyüzünden inip yanına gelerek omzuna, bacağına ve eline kondular.
“Hayvanlar seni seviyor.”
“Ben de onları seviyorum.”
“İnsanları da seviyorsun. Hem de gereğinden çok.” Siyah tüylü iri köpek bankın yanına yere oturdu.
Köpeği görmekten memnun şekilde bakışlarını gökyüzüne çevirdiğinde çok yükseklerden ardında beyaz bir iz bırakan bir uçağın geçtiğini gördü. Uçağı gözleriyle takip ederken uçağın yolcularından biri izlendiğini hissederek uykusundan uyanıp etrafına bakınmış, ardından hostesten su istemişti. “Geri dönmeyeceğim,” dedi. “Burada kalacağım. Bu bedende.” Köpek dönüp ona bakarken devam etti: “Oraya dönemem artık. Orada bana hitap eden hiçbir şey kalmadı. Sevdiğim her şey burada.”
“Artık senin için bir önemimiz yok mu?”
Yerinden kalkıp köpeğe sarıldı. Yüzünü yumuşak tüylerine gömüp kokusunu içine çektiğinde köpek onun sarılmasına karşılık vererek ona yaslandı, “Seni kaybetmek istemiyorum,” dedi.
“Benimle kal o zaman.”
“Belki,” dedi köpek. “Sesinde tereddüt var. Emin değilsin. İnkar etmeye kalkma, gözlerin her şeyi anlatıyor. Beden sahibi olmanın dezavantajlarından biri,” diye devam etti.
Doğrulurken hafif rüzgara kapılan saçları gözlerinin önünde dalgalandı. “İnanıyorum ki burada olmam gerekiyor.”
“İnanç insanlara özgü bir şey,” diye karşılık verdi köpek. “Ellerinden bir şey gelmediği, güçlerinin yetmediği durumlarda insanlar inanca sarılırlar. Kendilerinden daha güçlü olan bir düşünceden medet umar, destek ararlar. Aslında bunu yaparak kendilerini avuturlar yalnızca.”
“İnsan bedenine sahibim artık,” dedi gülümseyerek.
“Bu seni insan yapmaz.”
“Hayır, yapmaz. Bunu öğrenmem gerekir. İnsan olmayı öğrenmeliyim. Nefes almayı, yürümeyi, koşmayı, yemek yemeyi, uyumayı, aşık olmayı, acı çekmeyi, mutlu olmayı.”
“Hayalperestsin sen, hep öyleydin.”
“Bu da bir insan özelliği.”
“Sanırım öyle.”
Köpek başka bir şey söylemedi, oradan uzaklaştı. Kız onun arkasından baktı.