Rüzgarın hızını arttırması ve yağmurun da ona ayak uydurup metalden yapılma binaları ve beton yolları dövmeye başlamasıyla şapkamı alnıma doğru indirerek adımlarımı hızlandırdım. Bir haziran akşamının saat henüz altısı olmasına rağmen hava çoktan kararmıştı. Bunda tabii ki yağmur bulutlarının kara siluetlerinin etkisi büyüktü. Fakat onlar olmasalar bile güneş artık bu gezegenin üzerinde eskisi kadar uzun süre parlamayı çoktan bırakmış, kendisini insanlardan esirgemeye başlamıştı. Yaklaşık iki yüz yıldır dünya eskisinden daha az aydınlık, daha soğuk ve daha düşman bir gezegendi. Bunun nedeninin insanların ona karşı umursamaz teknolojik ve ekonomik gelişmesi mi yoksa doğal bir sürecin parçası mı olduğunun cevabını verebilecek durumda değilim. Cevabı bilen birilerinin varlığından bile şüpheliyim. Ama eğer bir cevap varsa onun gezegenin sakinlerinden saklandığı kesin.
Şemsiyem olmadığı için -hayatım boyunca hiç şemsiyem olmadı- beni yağmurdan koruması için tek güvenebileceğim eşyam paltomdu. Gerçi ıslanmak benim için hiçbir zaman büyük bir sorun olmamıştır. Hızlı adımlarla yağmurun ve sokak lambalarının soluk ışıkları altında ilerleyip köşeyi döndüm ve eski püskü bir binanın bodrum katında bulunan, akşamları sürekli takıldığım bara girdim. İçeri girerken kapıdaki güvenlik sistemi bio-kimliğimi okuyarak kimlik taraması yaptı ve yeşil bir ışık saçarak ufak bir bip sesi çıkardı. Yeşil ışık ve bip onaylandığınız anlamına gelir. Yani toplum için tehlike teşkil etmeyen sıradan bir vatandaşsınızdır. Yeşil ışık ve bip yok ise yetkililer gelip sizi alıp götürürler, bir yere kapatıp anahtarı da okyanusun dibine atarlar. Gerçekten okyanusa atıyorlar mı bilmiyorum. Tek bildiğim götürülenlerin hiç geri dönmediği. O yüzden yeşil ışık ve bip iyidir...
DEVAMI ROKET DERGİ 3. SAYIDA