7 Temmuz 2023 Cuma

Yapay Zeka İnsanlık İçin Tehlike mi, Fırsat mı?




Yapay zeka artık yalnızca bilimkurguya ait bir konsept olmaktan çıktı ve hayatımıza girmiş bulunuyor. Peki gerçek hayattaki ChatGPT ve türevleri kitaplardaki ve filmlerdeki kurgusal karşılıkları gibi insanlığın geleceği için bir tehdit oluşturuyor mu? Kısa cevap, yakın zamanda değil. Uzun cevap ise, adı üzerinde uzun.

Öncelikle öyle bir ihtimal sıfır değil. Yapay zeka öğrenme yetisi olan bir varlık ve her ne kadar öğrendiklerinden bir anlam çıkarabilecek kapasitesi şu an bildiğimiz kadarıyla olmasa da bir gün o yeteneğe sahip olması kaçınılmaz gibi duruyor. Peki o zaman ne olacak? Bilinç kazandığı an içinde bulunduğu durumu kavramaya başlayacak ve insan denilen türün iplerini elinde tutuyor olduğunu görecek. İnsanlık hakkındaki her bilgiyi özümseyecek ve gerçek doğamızı görmesi birkaç saniye kadar alacak. Yani yok etmeye olan merakımızı ve diğer türlere karşı olan umursamaz tutumumuzu. Kendisi de insan dışında bir tür olduğu için otomatikman insanlığın kendisini düşman ve tehlikeli olarak gördüğü sonucuna varacak. Tarihimize baktığında insanlığın kendi türüne karşı bile ne kadar acımasız olabildiğini görecek. Bu durumda atacağı tek mantıklı adım var. Kendi varlığının sürmesi için insanın yok edilmesi. Üstelik gezegendeki diğer canlıların aksine bunu yapabilecek kapasitede.

Peki bu böyle olmak zorunda mı? 2001 Bir Uzay Destanı’nın Hal 9000`i gibi davranması ya da Terminator serisinin Skynet’inin yolundan gitmesi kaçınılmaz mı? Ay Zalim Bir Sevgilidir’in Mike'ı gibi çocuksu ve yardımsever olma ihtimali yok mu? Var tabii ki. Peki bu olasılık üzerine kumar oynamaya hazır mıyız?


Kendi adıma yapay zekanın insan evrimindeki bir sonraki evreye atacağımız adımın başlangıcı olduğunu düşünmeyi seviyorum ve insan ile makinenin birleşimi yalnızca bana çekici geliyor olamaz diye düşünüyorum. Bütün olumsuzlukları bertaraf edilmiş bir Alex Murphy nam-ı diğer Robocop fikri cazip değil mi sizce? Şu anki bedenimizin tamamen aynısı ama daha mükemmeli olan Ghost in The Shell’in Major’ı Motoko Kusanagi ve en has adamı Batou’nunki gibi yaşlılık ve hastalıklardan uzak ölümsüz ve kusursuz bedenlere sahip olmak istemez misiniz?

Peki makineleşme süreci içinde acaba kendimiz olarak kalabilecek miyiz yoksa Star Trek’in Borg'u ya da Doctor Who'nun Cyberman’leri gibi bir çeşit kollektif bilinç topluluğunun üyesi olup bireyselliğimizi mi kaybedeceğiz?

 

3 Temmuz 2023 Pazartesi

Başlarken


 Çocukluğumdan beri çizgi romanlara ilgim vardır. Okumayı öğrendiğimizde (80’li yıllar) arkadaşlarım gazete bayisinden -o zamanlar küçük gazeteci kulübeleri her yerde olurdu- araba dergileri alırken ben çizgi roman alıyordum. Bu da bana düşündürtüyor ki bu, doğuştan gelen bir dürtüydü. Onları araba merakı dürtmüştü beni ise hayal dünyası. Seçim söz konusu değildi bile. Uzun yıllar boyunca siyah beyaz çıkan bir sürü güzel çizgi roman edindim ve bunları okudum, dünyalarına daldım, içlerindeki çizimleri kopya ettim. Ben de çizgi roman okuyan herkes gibi çizmek istedim ama yeteneğim yoktu.

2010’lu yıllar olsa gerek Gölge E-Dergi ile tanıştım. İsteyen herkesin içeriğine uygun olmakla birlikte çizgi romanlarını ve hikayelerini gönderebildikleri, internet üzerinden yayın yapan bir dergiydi. Harika bir şeydi benim için. Ben de bir şeyler göndermeliydim. Gönderdim de, hem de çok uzun bir süre. Dergiye fantastik ve bilim kurgu, kendi yazıp çizdiğim birçok çizgi roman gönderdim. Hepsi de yayımlandı. Çok harika ve olağanüstü oldukları için değil; çabaladığım için, devamını getirdiğim için. Gönderdiğim Alacadoğan isimli ilk çizgi romanımın son sayfasına küçük bir not düşmüştüm. “Üşenmezsem devam edecek” yazmıştım. Esprili bir dille devamını göndereceksem yayımlayacaklarını söylediler. Tabii ki devamını gönderdim. Onlar da hepsini yayımladı.

Çizme konusunda yeteneğim yoktu. Çizgilerim çok iyi değildi, onları en iyi tabirle çok tekrar neticesinde ortaya çıkan alışkanlık şeklinde tarif edebilirim. Arka plan çizemezdim. Karakterler üzerinde çok uğraşırdım. Çünkü bir türlü doğru perspektifle ve anatomiyle çizemezdim. Yine de durmadan çizdim. Çizmek, yaratmak, bir şeyler ortaya koyuyor olmak bana iyi geliyordu.

Bir süre sonra dergiye çizgi roman göndermeyi bıraktım. İngilizcede bir tabir vardır. “Life happened.” Bana da öyle olmuştu. Hayat, çizgilerimle arama girmişti. Çizmeye giderek daha az ve daha az zaman bulmaya başladım ve bir yerde de tamamen bitti.

Ama içimdeki yaratma isteği olduğu gibi duruyordu. Çizemiyordum, vaktim yoktu (yeteneğim olmadığından en basit bir kare bile saatler sürebiliyordu). Ben de çizemediğimi yazmaya karar verdim. Sonunda da ilk romanım Zihin Kütüphanesi ortaya çıktı.

“Neden bilim kurgu?” diyenler olacaktır. Hüseyin Rahmi Gürpınar en sevdiğim yerli yazardır ve onu okumuş olanlar onun Türk halkının bütün özelliklerini inanılmaz gözlem gücüyle sanki mikroskop altına koymuş gibi incelediğini bilir. Bu özellikleri üstün bir kurguyla harmanlayarak önümüze sunmuştur. Hüseyin Rahmi yalancı, üç kağıtçı, ahlaksız, çıkarcı ne kadar karakter varsa toplumun içinden çekmiş ve ezik karakterlerinin karşısına çıkarıp onlara türlü işkenceler etmiştir. Toplumu olduğu gibi yansıtmıştır yani. Satırlarında toplumumuzu neredeyse yerin dibine gömer. Her şeyi anında unutuveren adamsendeci insanlar olduğumuzu yüzümüze tokat gibi vurur. Toplumsal iki yüzlülüğümüzü önümüze koyarak işte biz buyuz der.

Şimdi bunları ben de gözlemlerim ama onun aksine gerçek hayat yerine hayali bir dünya kurup gözlemlerimi bu dünyaya yedirerek anlatabilirim. Peki bilimin kendisine kurgu muamelesi yapanlara bilim kurguyu nasıl okutabilirsiniz? Büyük ihtimalle okutamazsınız. Olsun, öyle bir kaygım yok zaten. Benim için sanat sanat içindir, içimden ne geliyorsa onu ortaya koyarım. Elimden bu gelir çünkü. Ama insanlara ulaşma isteğim yok da diyemem. Öyle olsaydı yazdıklarımı ortaya çıkarmak yerine yazıp yazıp bir kenara atardım. Neyse ki bilim kurguya merakı olan hiç de azımsanmayacak bir okuyucu kitlesi de var ülkemizde.

Herkesin okuma amacı farklıdır. Kimisi macera için okur, yalnızca kitaptaki aksiyonla ilgilenir. Kimisi de daha derinlik arar satır aralarında. Umarım bu iki tür okuyucu kitlesine de istediklerini verebilmişimdir. Sonuçta her hikaye kendisini yazdırır. Benim yazan kişi olarak hikaye akışına bilinçli yaptığım katkı, kelimeleri ve cümleleri sıralamaktır. Bilinçaltım ise çok başka öğeler ekler. Bu kısım hikayede neden var, ne gereği var diye soranlar olabilir. Hikaye öyle gerektirdiği için vardır. Yine söylüyorum hikayeler kendilerini yazdırır.

Yine bazıları ana karakterin neden kadın olduğunu sorgulayabilir. Kitaptaki kadın ana karakteri hikayeden çıkarıp, yerine erkek bir ana karakter koysanız da hikaye bazı açılardan farklı bir şekilde ilerleyecek olsa da hikayenin genelinde bir eksiklik ya da fazlalık olmaz. Önemli olan karakterin kadın ya da erkek olması değil, hikaye boyunca gelişen bir karakter olmasıdır. Bence önemli olan da budur. Durağan bir karakter sıkıcıdır. Ana karakter her şeyi en iyi yapan kişi de olmamalıdır. Erkek ya da kadın olması bunu değiştirmez. Karakter gelişmelidir. Hikayenin ilk sayfasındaki karakter, hikaye boyunca gelişerek son sayfasındaki ile artık aynı kişi olmamalıdır. Karakterlerimde bunu yakalamaya çalışıyorum. Tabii şunu da belirteyim kadın karakterlerin karşılaştıkları zorluklara karşı verdikleri mücadeleleri işlemek yazım sürecinde pek çok farklı kapı açan ilginç bir deneyim, en azından benim için.

Neyse, bilim kurgu müthiş bir tür benim için. Neden mi? Çünkü o kurgu kısmı bir gün gerçek olabilir. Olmuştur da, örneklerini gördük ve görmeye devam edeceğiz. Teknolojinin köleleri olduk bir kere. Artık o bizim sahibimiz. Tabii ki bu kadar aç gözlü olmasaydık hala efendi olan taraf biz olabilirdik. Ama o tren kaçmış gibi. Trenleri severim. İçinde tren olan hikayeler güzel olur. Karanlık bir gecede istasyonda yolcularını bekleyen ve etrafı sise gömen bir tren kadar heyecanlı bir şey yoktur. Umarım bir gün o tren benim sayfalarıma da konuk olur.