25 Aralık 2024 Çarşamba

KISA ÖYKÜ - SON GÜN

 

    ‘Geç kaldı’ diye düşündü oturduğu bankın etrafında sağa sola aceleyle koşuşturan güvercinlere bakarak. Avucundaki yemleri onlara doğru fırlattığında güvercinler hemen yemlere doğru hücum ettiler. Sunulan yemekle ilgilenmeyen iri bir erkek güvercin sürekli olarak dişilerden birinin peşinde dolaşıyor, dişi uzaklaştıkça daha da ısrarcı oluyordu. Onları izlerken adamın çizgilerle dolu hüzünlü yüzünde sıcak bir gülümseme belirdi. Etraftaki ağaçların dalları ani bir hışırtı ile sallandılar. Serin rüzgar boynundaki kaşkolunu sıkılaştırmasına neden oldu. Kasketini alnına doğru iyice aşağı çekti. Güvercinlerden bazıları uçarak uzaklaştılar.

    “Üzgünüm geciktim,” dedi tanıdık bir ses. “Oğlumun acil bir işi vardı, onu hallettikten sonra beni anca getirebildi.” Sesin sahibi yanına oturdu.

    “Gençler her zaman meşguldür,” dedi adam gelen arkadaşına.

    “Biz de öyleydik herhalde.”

    “Herhalde.” Yanyana oturup sessizce güvercinlerin basit dünyasını bir süre seyre daldılar.

    “Akşama yağmur yağacak.”

    “Öyle görünüyor.              “

    “Demek yarın ha?”

    “Yarın, sabah onda.”

    Arkadaşı derin bir nefes çekti. “Bugünün geleceğini hiç düşünmezdim ama biz onu düşünmesek bile zaman bir şekilde geçiyor işte,” dedi. “Oradaki herkesin mutlu olduğunu söylüyorlar.”

    “Bunu nasıl bilebilirler ki?”

    “Beyin dalgalarını izliyorlarmış.”

    Yaşlı adam kafasını salladı. Güvercinlere dalıp gitmişti. ‘Nasıl bundan daha iyi olabilir ki?’ diye düşündü. ‘Şu kırık banka oturmaktan, yaprakların üzerimize düşmesinden, soğuk havayı içimize çekmekten?’ Fakat yapılacak bir şey yoktu, bütün hazırlıklar tamamlanmıştı. Zaten çok fazla prosedür de yoktu. Yetmiş yaşına girmiş olmak tek şarttı, yani geride altmış dokuz yıl bırakmış olmak. “Gerçek anılarla dolu altmış dokuz yıl,” dedi.

    “Bir şey mi dedin?”

    “Yalnızca sesli düşünüyordum.”

    “Düşüncelerimizden başka neyimiz kaldı ki zaten, değil mi? Farkı anlayamayacağımızı söylüyorlar.”

    “Bu onu gerçek yapmaz, en derinlerde bir yerlerde biliyor olacağımıza eminim.” Rüzgar bir kez daha soğuk havayı beraberinde getirdiğinde bu sefer iki adam paltolarının yakalarını iyice kaldırdı. “Ne kadar övseler de yarın beni tabuta koyacakları gerçeğini değiştirmiyor bu. Bedenimin içerisinde yavaş yavaş çürüyeceği bir tabut.”

    “Bugününü nasıl geçireceksin?”

    “Sanırım burada oturmaya devam edeceğim.”

    Arkadaşı başını sallayarak onayladı. “Eşlik etmemin bir sakıncası var mı?” diye sordu.

    Yaşlı adam gülümsedi. Akşama kadar o ufak, tahta bankta oturup kuşları, gelip geçenleri, parka oynamaya gelen çocukları, ağaç dallarının rüzgara ettikleri eşliği, yaprakların birer birer dallarından kopup süzüle süzüle yere düşmelerini izlediler. Güneş, batarken bir ressamın yapacağı gibi gökyüzünü kızıla boyamıştı. Yaşlı adam hiç bu kadar güzel bir gün batımı görmediğini düşündü, sanki doğa ona veda ediyordu.

    “Gitme zamanı,” dedi arkadaşı telefonuna bakarak. “Oğlum beni almaya geldi, seni de eve bırakalım.”

    Yaşlı adam gözlerini gökyüzünden ayırmadan “Sanırım ben biraz daha kalacağım,” dedi. “Teşekkür ederim, burada olduğun için. Bugün daha iyi geçemezdi.”

    Arkadaşı başını salladı, arkasını dönüp ağır adımlarla uzaklaştı. Seneye bugünlerde kendisinin zamanı gelecekti. O zaman onun yanında da son gününü birlikte geçireceği birisi olacak mıydı acaba?

                                                                       ***

    Oğlunun sabırsızlığını görebiliyordu, doktorun yapmacık beden diliyle desteklediği sahte heyecanını da. “Size imreniyorum, az sonra kişisel cennetinize kavuşacaksınız. Benim hala iple çektiğim on beş yılım var,” diyordu doktor bir pazarlamacının gülümsemesi ile.

    “Her hafta seni görmeye geleceğiz,” dedi oğlu, eşi yanında duruyordu. “Geldiğimizi bilmiyor olacaksın belki ama yine de geleceğiz.”

    “Böyle bir oğlunuz ve gelininiz olduğu için çok şanlısınız,” dedi doktor. “Artık başlayalım mı? Zaten kısacık bir işlem.”

    Yanında oğlu ve onun eşi, arkasında doktor ile kendisi için hazırlanmış odaya girdi. İçeride güler yüzlü bir hemşire bekliyordu. Odada bir yatak, yatağın yan tarafında ise ağaçlık bir alana bakan, içeriye bol bol gün ışığı alan bir pencere vardı. Dışarıdan kuşların cıvıltıları duyuluyordu. Yaşlı adam odanın sahte olduğunu biliyordu. Yalnızca bir göz boyama, her şeyin sahtesiyle değiştirileceği, gerçeğin elinden alınacağı yerdi burası. Burada gözlerini kapattıktan sonra hayatının geri kalanını geçireceği metal kutuya alınacaktı. Sıra sıra bir sürü benzer metal kutuyla dolu, güneşin ulaşamadığı yer altında bir yere konulacaktı. Oğlunun gelmeyeceğini de biliyordu. Belki yılda bir kez uğrayacak, beş dakika kaldıktan, doktordan duymak istediği şeyleri duyduktan sonra hemen gidecekti. İşte burdaydı, her şeyin bittiği o anda. Halbuki daha dün gece keyifle kitabını okumuyor muydu? Keşke daha fazlasını okumuş olabilseydi. ‘Artık zihnim özgür olamayacak’ diye düşündü, ardından yapabileceği tek şeyi yaparak yatağa doğru yürüdü.

 

                                                                    -SON-

 

 

 

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder