7 Mart 2024 Perşembe

KISA HİKAYE - YAZICI

Tam anahtarımı kilide sokup kapıyı açmak üzereydim ki içeride büyük bir gürültü koptu. Öylesine yüksek bir ses çıkmıştı ki her zaman özellikle kaynağı benim dairem olan seslere karşı daha hassas olan komşularımdan birinin rahatsız olup olmadığını görmek için merdivenlere kulak kabarttım. Neyse ki duymuş olan varsa bile dışarıya çıkmaya zahmet etmemişti. Anahtarı yerleştirip çevirdim ve kapıyı açarak içeri girdikten sonra kapıyı ardımdan kapatıp tekrar kilitledim. Salona girdiğimde tavanda olması gereken avizemin yerde olduğunu gördüm. Kanepem her zaman durduğu yerden iki metre öteye sürüklenmişti ve büyük borç altına girerek aldığım televizyonumun ekranın ortasında kafamın sığabileceği büyüklükte bir delik vardı. Başıma saplanan ağrı sebebiyle gözüm tam seğirmeğe başlamıştı ki Kardolak üzerime atlayarak omzundan yukarı tırmandı ve saçlarımı çekiştire çekiştire tepeme çıkıp kafamın üzerine oturdu. Orklar zaten çok hareketli oluyorlardı ama Kardolak’ı böylesine hiperaktif yapan şey benim oynayış tarzım olduğundan şikayet etmeye hakkım yoktu.

“Yiyecek bir şey getirdin mi?” diye sordu Kardolak tek eliyle kulağımdan aşağı sarkarak. Diğer elinde tuttuğu baltasıyla yanağımı dürterken neredeyse gözümü çıkarıyordu. Onu tutup masanın üzerine bıraktım ve elimdeki poşetleri gösterdiğimde “Nihayet, o kadar açım ki bir ejderhayı bile yiyebilirim şu an,” dedi.

“Şey, kasapta ejderha eti kalmamıştı o yüzden dana eti aldım ama önce pişirmem gerekiyor,” diyerek mutfağa yöneldim. Buzdolabının kapısını açık buldum. Yerdeki süt kutusunun etrafında sütten bir göl oluşmuştu. Bu akşam kahvemi sade içecektim anlaşılan. Peşimden mutfağa gelen Kardolak bir sıçrayışta tezgahın üzerine çıktı. Yirmi santimetre boyunda olmasına rağmen yaptığı bir metreden yüksek sıçramayı takdir ettim ve kağıt havluyla yeri silmeye koyuldum. “Bu nasıl oldu?” diye sordum.

“Bilmem ki,” dedi Kardolak ve baltasının keskin tarafıyla sırtını kaşıdı. Verdiği görevi başarıyla bitirdiğimde göldeki büyücünün hediyesi olan efsun sayesinde baltası yalnızca zarar vermesini istediği kişilere zarar veriyordu. O baltayı kendi kafasına indirse bile Kardolak’ı hiçbir şey olmazdı.

“Ben temizlemeyi bitirene kadar bekleyeceksin o zaman” dediğimde Kardolak suratını astı.

“Hey,” dedi. “Şu elf kızı hatırlıyor musun? Sarışın olanı, hani Kara Büyücü tarafından hapsedildiği şatodan kurtarmıştık.”

“Ne olmuş ona? diye sordum buruşturduğum kağıt havluyu çöp kutusuna attığım esnada.

“Onu bassana.”

“Neden?”

“Sen evde olmadığın zaman çok sıkılıyorum, bana arkadaşlık eder.”

Kardolak’ın aklındaki tek şeyin arkadaşlık olmadığı açıktı ve ben yokken onu bir elf kızı ile yalnız bırakacağımı sanıyorsa çok yanılıyordu. “Elf olmaz ama istersen Kocaçene’yi basabilirim,” dedim.

“O pis kokulu köpeği ne yapayım ben, bütün gün pirelerini mi ayıklayayım?”

Temizleyecek olan ben olduğumdan ortalığın pirelenmesi benim de işime gelmezdi tabii. Dökülmüş sütü temizlemeyi bitirince Kardolak ağzının suyu akar halde beni izlerken yemeği hazırlamaya koyuldum. Neyse ki et pişirmek kolaydı ve tavada mühürledim antrikotlar yedi dakika içinde hazırdı ama pencereyi açmış olmama rağmen mutfak duman olmuştu. Et kokusundan bir iki gün kurtulmayacağımız belliydi. Yemek tabaklarını masaya koyduğumda Kardolak yine müthiş bir sıçrama ile masanın üzerine çıktı, sonra da kendi tabağının içine daldı. Kendisinden daha büyük olan antrikotu yemesi bir dakika sürmemişti. Yalanarak benim tabağıma baktığında hemen kestiğim kocaman bir parçayı ağzıma attım.

“Şarap yok mu?” diye sordu geğirtilerinin arasında.

“Son şişeyi dün bitirmiştin.”

“Tüh be, etin yanına güzel olurdu. Elf kızı basacak mısın?”

“Yeterli malzemem yok,” diye bahane üretiverdim. “Maaşımı alınca bakarız.”

Kardolak şüpheci ve somurtkan bir surat ifadesi ile yüzüme bakarken bakışlarımı sorunlarımın ve baş belamın kaynağı olan üç boyutlu yazıcıya çevirdim. Onu satın alırken amacım çok severek oluşturduğum karakterimin yani Kardolak’ın üç boyutlu bir çıktısını basmaktı, sonra da onu kitaplığıma yerleştirecektim. Ama hesaba katmadığım bir şey vardı. Aldığım üç boyutlu yazıcıyı kontrol eden yapay zeka oyun karakterimin davranışlarını ve oynarken verdiğim kararları analiz etmiş, o analiz sonucunda bir davranış ve kişilik modeli hazırlamıştı. Sonra da o modeli bastığı çıktıya yüklemiş, bununla da kalmayarak çıktıya hareket kabiliyeti vermişti. Şimdi de karşımda oyun oynarken büründüğüm kişiliğimin üç boyutlu bir baskısı duruyordu. Aslında karşımdaki tam olarak bendim, gerçek hayatta yapamadığım her şeyi yapabilecek vahşi, saldırgan, empatiden yoksun bir barbar. O yüzden ona kızamazdım, oyunu böyle oynamak kendi tercihimdi, iyilik sever bir kahraman olmak yerine o olmayı istemiştim.

Salona gidip yenisini aldığım için artık kullanmadığım küçük ekran televizyonu açtım. Onu satmayı düşünmüştüm ama iyi ki satmamışım. Haberlerdeki muhabir üç boyutlu baskılarıyla sokakta gezen, kafelerde, restoranlarda yemek yiyip kahve içen insanlarla ve onların karakteriyle röportaj yapıyordu. Yapay zekanın baskıları bu şekilde yapacağını kimse tahmin edememişti ama şimdi bu baskılar müthiş bir ilgi görmüştü. Üç boyutlu yazıcıyı üreten şirket bir servet kazanmış, hisseleri rekorlar kırmıştı. Önceden oyun oynamayan insanlar bile kendilerine birer karakter yaratmış sonra da karakterlerinin baskılarını almışlardı. Bir çok kişi gittiği her yere (okula, işe, pikniğe, tatile) onları da götürüyordu. Bazıları henüz bu konuda bir yasal düzenleme yapılmamış olduğundan karakterlerini dövüş turnuvalara bile sokuyor, bu işten büyük paralar kazanıyorlardı. Evcil hayvanların ve çocuk sahibi olmanın modası geçmişti artık, herkesin kendisi gibi bir baskısı vardı.

-SON-

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder