20 Aralık 2025 Cumartesi

KISA ÖYKÜ - ŞEHİRDE BİR YÜRÜYÜŞ

 Belirli bir kelime sayısının altında tutmaya özen gösterdiğim öykü denemelerine devam ediyorum. Tabii boşlukları doldurmak yine size kalıyor:

 

    ŞEHİRDE BİR YÜRÜYÜŞ 

    Gün ışığı sokakları iyice doldurmuştu. Işıkla birlikte insanlar da. Onlarla birlikte yürürken daha önce de sık sık yaptığı gibi insanları izlerken buldu kendini. İçlerinden biri olarak gözlemlemek her zaman yaptığı gibi Boşluk’tan izlemeye hiç benzemiyordu. Oradan bakarken akvaryumdaki balıkları izliyormuş gibi hissederdi kendini. Sanki aralarında kalın bir cam vardı. İnsanlar bir sağa bir sola yüzüyorlar, ağızlarını açıp kapatıyorlar, aynı yerlerden tekrar tekrar geçiyorlar, her seferinde aynı şeyleri tekrar tekrar yapıyorlar ve yaptıklarını unutup bir daha yapıyorlardı. Oysa şimdi akvaryumun içinde olunca her şey bambaşkaydı. İnsanlar sağa sola gitmiyor, amaçlarını kovalıyorlardı. Hayalleri vardı, o hayallere ulaşmaya çalışıyorlardı. Ağızlarını boş boş açıp kapatmıyorlar, konuşuyorlardı. Tartışıyorlar, gelişiyorlardı. Hiçbir şeyi tekrar tekrar yapmıyorlar, değişik sonuçlara, bazen de aynı sonuçlara ama her seferinde değişik yollardan ulaşıyorlardı. Üstelik ne kadar çok insan varsa o kadar da çok gidilecek yol vardı. Herkes bir şekilde kendi yolunu çiziyordu. Kimisi çıkmaz bir sokağa, kimisi sınırların ötesine.

    Bir ara sokakta siyah beyaz bir kediyle sohbet eden yaşlı bir adam gördü. Yaşlı adamı dinleyen kedinin kuyruğu bir metronom gibi hareket ediyordu. Onları uzaktan izleyerek yürümeye devam etti. Birkaç öğrenci yanından koşarak ve neşelerini etrafa yayarak geçip gittiler. Sırtına tenis raketi asmış bir kızın termosundan dumanlar çıkıyordu. Bir adam sırtını duvara dayamış gazete okuyordu. Genç bir adam sabah ışığının yumuşaklığından faydalanarak sokakları fotoğraflıyordu. Bir grup bisikletli önünden geçip gittiler. Köşeyi dönerken hepsi de kollarını o yöne doğru önceden kaldırmışlardı.

    Adımları onu küçük bir çocuk parkına getirdiğinde çevresine bakındı. Parkta ondan başka kimse yoktu. Banklardan birine oturduğunda yıllardır hiç kıpırdamadan olduğu yerde bekleyen banktan gıcırtılar yükseldi. Tahtaları kırılmış, bir vidası kaybolmuş, metal yerleri paslanmıştı. Üç ufak serçe gökyüzünden inip yanına gelerek omzuna, bacağına ve eline kondular.

    “Hayvanlar seni seviyor.”

    “Ben de onları seviyorum.”

    “İnsanları da seviyorsun. Hem de gereğinden çok.” Siyah tüylü iri köpek bankın yanına yere oturdu.

    Köpeği görmekten memnun şekilde bakışlarını gökyüzüne çevirdiğinde çok yükseklerden ardında beyaz bir iz bırakan bir uçağın geçtiğini gördü. Uçağı gözleriyle takip ederken uçağın yolcularından biri izlendiğini hissederek uykusundan uyanıp etrafına bakınmış, ardından hostesten su istemişti. “Geri dönmeyeceğim,” dedi. “Burada kalacağım. Bu bedende.” Köpek dönüp ona bakarken devam etti: “Oraya dönemem artık. Orada bana hitap eden hiçbir şey kalmadı. Sevdiğim her şey burada.”

    “Artık senin için bir önemimiz yok mu?”

    Yerinden kalkıp köpeğe sarıldı. Yüzünü yumuşak tüylerine gömüp kokusunu içine çektiğinde köpek onun sarılmasına karşılık vererek ona yaslandı, “Seni kaybetmek istemiyorum,” dedi.

    “Benimle kal o zaman.”

    “Belki,” dedi köpek. “Sesinde tereddüt var. Emin değilsin. İnkar etmeye kalkma, gözlerin her şeyi anlatıyor. Beden sahibi olmanın dezavantajlarından biri,” diye devam etti.

    Doğrulurken hafif rüzgara kapılan saçları gözlerinin önünde dalgalandı. “İnanıyorum ki burada olmam gerekiyor.”

    “İnanç insanlara özgü bir şey,” diye karşılık verdi köpek. “Ellerinden bir şey gelmediği, güçlerinin yetmediği durumlarda insanlar inanca sarılırlar. Kendilerinden daha güçlü olan bir düşünceden medet umar, destek ararlar. Aslında bunu yaparak kendilerini avuturlar yalnızca.”

    “İnsan bedenine sahibim artık,” dedi gülümseyerek.

    “Bu seni insan yapmaz.”

    “Hayır, yapmaz. Bunu öğrenmem gerekir. İnsan olmayı öğrenmeliyim. Nefes almayı, yürümeyi, koşmayı, yemek yemeyi, uyumayı, aşık olmayı, acı çekmeyi, mutlu olmayı.”

    “Hayalperestsin sen, hep öyleydin.”

    “Bu da bir insan özelliği.”

    “Sanırım öyle.”

    Köpek başka bir şey söylemedi, oradan uzaklaştı. Kız onun arkasından baktı.

 

 

 

 

 

14 Aralık 2025 Pazar

KISA ÖYKÜ - KURULMADAN ÇALIŞAN SAAT

    Belirli bir kelime sayısının altında tutmaya özen gösterdiğim öykü denemeleri yapmak niyetindeyim. O sebeple boşlukları doldurmak size kalıyor:

 

KURULMADAN ÇALIŞAN SAAT 

    Havanın güzel olduğu her gün yürüyüşe çıkmayı alışkanlık edinmiş olan Veysel eskisinden farklı olarak artık bunu yalnız yapıyordu. Yalnızlığa alışmak iki yılını almıştı. Ev işleri sorun değildi. Eşi hayattayken bunları zaten birlikte yaparlardı. Ayrıca bu işlerle uğraşırken kafası meşgul oluyor bu sayede de aklını dikenli düşüncelerden uzaklaşıyordu. Yürüyüş için hep aynı yolu takip eder, deniz kenarında bir buçuk kilometrelik bir yürüyüşten sonra çember çizerek evine dönerdi. Deniz havası ona kendisini iyi hissettirirdi. Fakat eve yaklaştıkça denizden uzaklaştığından yürüyüşün de etkisiyle sıcak basmaya başlar, evinin bulunduğu sokağa girince iyice terlemiş olurdu. İyi ki evi birinci kattaydı. Böylece bu yaşında merdiven çıkma zahmetine girmiyordu.

    Akşamüstü yürüyüşünden evine dönüyordu. Düşüncelerinde kaybolmuş halde evine yaklaşmıştı ki sokağın başında iki genç gözüne ilişti. Biri erkek, diğeri kızdı. Eskiden olsa çok daha uzaktan seçebilirdi ama şimdi uzağı görmek için gözlüğe ihtiyacı vardı ve o anda da gözlüğünü takmıyordu. Erkeği tanıyordu. Fakat kızı tanımıyordu. Veysel’in yanından geçerlerken selam verdiler. Kuzeniyle birlikte eve döndüklerini, kuzeninin şehir dışından ziyarete geldiğini söyledi erkek. Bir süre onlarda kalacaktı.

    “Şehir dışından demek. O yüzden seni çıkaramadım kızım. Ben de artık iyice yaşlandığımı düşünmeye başlamıştım. Bende bir sorun olmadığını bilmek güzel.”

    Gençler Veysel’in yanından ayrılırlarken kız yaşlı adama dönerek: “Saatinizi kursanız iyi olur, ses çıkarmadığını fark ettim. Durmuş olmalı,” dedi.

    Bunun üzerine Veysel zinciri yeleğinin cebinden sarkan, babasından kalmış cep saatini çıkarıp baktı. Gerçekten de durmuştu. Halbuki evden çıkmadan önce kurduğunu hatırlıyordu. “Sağ ol kızım, eve gidince kurayım,” dedi.

    Gençlerin yanından ayrıldıktan sonra oturduğu apartmanın önüne geldi. Geçen yılların etkisini iyice belli eden iki anahtardan biriyle, apartmanın dış kapısının kilidini açtı. Ağır kapı gıcırtıyla aralandı. İçeri giren Veysel apartmanın ışığını yaktı, dönerek yukarıya doğru ilerleyen dar merdivenlerden yukarı çıktı. Apartmanın boyası da eskimişti. Kim bilir en son ne zaman boyanmıştı? Anahtarlığındaki diğer anahtarla dairesinin kapısını açtı. Ceketini çıkarıp askıya astıktan sonra salona gitti. Ev neredeyse kendisiyle yaşıt eşyalarla doluydu. Alındığından beri hiç kullanılmadan doğruca içine konmuş çeşit çeşit porselen tabağın, çay takımlarının, bibloların olduğu camlı büyük bir dolap duvarlardan birini kaplıyordu. Diğer duvar yüzlerce kitabın dizildiği bir kitaplığa ayrılmıştı. Kitaplık bu duvarın tamamı ile diğer duvarın üçte ikisini kaplıyordu. Salonun ortasında büyük, ahşap bir masa vardı. Veysel her zaman oturduğu koltuğuna oturup soluklandı. Biraz dinlendikten sonra kendisine kahve yapmak niyetindeydi. Kahvesinin ocağın üzerinde yavaş yavaş pişerek köpürmesini severdi. Duvar saati altı kez çalarak zamanı hatırlatınca cep saatinin durmuş olduğu aklına geldi. Saati yeleğinin cebinden çıkardı. Altın sarısı saat tavandan sarkan avizenin ışığında parladı. Üst kısmında bulunan pimi çevirerek saati kurduktan sonra pimi geriye doğru çekip saati doğru zamana ayarladı, sonra pimi eski yerine ittirdi. Pimin yerine oturmasıyla saatin tanıdık tik takları duyulmaya başladı. Veysel saatin kadranında, akrep ve yelkovana göre hızla ilerleyen saniye koluna bakarken buldu kendini. Kol, turunu tamamlarken başından yıllar önce geçen bir kazadan nasıl kurtulduğunu hatırladı. Ölümden dönmüş olduğu ciddi bir kazaydı. O olayı nasıl unutabilmişti?

    Yıllar önceydi, henüz genç bir öğretmenken görev yaptığı köy okulunun yolunda buz tutmuş yolda ayağı kayınca dengesini kaybetmişti. Üç metre kadar aşağıya düşmüş, düştüğü yerde bacağını kırmıştı. Ayrıca başını da çarpmıştı. Görüşü bulanıktı. Yardım çağırmak için bağırmış ama sesinin birilerine ulaştığından emin olamamıştı. İşin kötü yanı artık pek kullanılmayan ormanın içindeki eski yolu tercih etmiş olmasıydı. Bildiği kadarıyla etrafta kendisini duyabilecek hiç kimse olmayabilir, birileri kendisini bulduklarında düştüğü bu yerde soğuktan donmuş şekilde birkaç gündür yatıyor olabilirdi. Sık sık cep saatine bakıyordu oyalanmak için. Saniye kolu kadranda dönerken göz kapakları ağırlaşıyor, başını yukarıda tutmakta zorlanıyordu. Bilinmezliğe doğru yapacağı yolcuğun zamanı gelmişti. Tek yapması gereken direnmeyi bırakmaktı. Kaderini kabullenmişti ki kendisine seslenildiğini duydu. Kendini zorlayarak gözlerini açtı. Bulanık görüntülerden seçtiği kadarıyla başında biri kız biri erkek yaşları genç iki kişi vardı. Kız geride dururken erkek başındaki yaranın kanamasını durdurmaya çalışıyordu bir yandan da onunla konuşuyordu. Veysel kendisine yardım eden bu iki kişinin yüzlerini seçemeyecek kadar bitkindi. Yalnızca arka tarafta duran kızın gözlerinde oynaşan ışık huzmelerinin nasıl hareket ettiklerini görebiliyordu. Gözlerini kapattıktan sonra bile oynaşan o iki ışık huzmesini görmeye devam etti. Bir gün sonra gözlerini açtığında hastanedeydi. Kırılmış olan sol bacağı alçıya alınmış, başına da pansuman yapılmıştı. Çok acısı vardı ama en azından hayattaydı. Doktordan kendilerine haber veren ve görevliler ulaşana kadar onun başında bekleyerek onu sıcak tutan o iki genç olmasa şu anda yaşıyor olamayacağını öğrendi. Ne yazık ki ikisi de kısa bir süre sonra ortadan kaybolmuştu o yüzden Veysel o iki gencin kim olduklarını hiçbir zaman öğrenememişti.

    Çok uzun zaman önce meydana gelse de böyle bir olayı nasıl olup da unuttuğuna anlam veremedi. Belki de kafası o kadar çok meseleyle doluydu ki bu meseleler bazı anılarını silerek kendilerine yer açmışlardı. Yıllar önceki kızın gözlerindeki parıltıyı düşündü. Az önceki kızın gözlerinde de aynı parıltıyı görmemiş miydi? Elinde tuttuğu saatin kadranında dönen saniye kolunun tık tık sesiyle göz kapakları ağırlaştı. Derin bir uyku kendisini davet ediyordu. Çağrıya uyup gözlerini kapattı. Nefes alması giderek yavaşladı sonra tamamen kesildi. İki yıldır tek başına yaşadığı evinde Veysel’in kalbi durmuştu. Az önce kurduğu cep saati ise bir daha hiç kurulmayacak olmasına rağmen o günden sonra hiç durmadan çalışmaya devam etti.

                                                        

 

 

29 Kasım 2025 Cumartesi


Yerli Bilimkurgu Yükseliyor 2025 Kasım sayısında, 72. sayıda ve 2024 seçkisinde yayımlanmış "Sonu Olmayan Yolculuk" isimli öykümün devamı niteliğindeki "Gerçek" isimli öykümü okuyabilirsiniz:

 yerlibilimkurguyukseliyor.com/2025/11/29/ybk 

72. sayı linki: yerlibilimkurguyukseliyor.com/2023/11/29/ybk

20 Kasım 2025 Perşembe

Roket Bilimkurgu Öykü Seçkisi'nin 7. sayısında buluşalım.

  

Su Üzerinde Yürüyen Kız isimli öykümden ufak bir kısım. Gerisi dergide :) 

Deniz kenarındaki çimenlik alanda yere uzanmış, hayatımda meydana gelecek ufacık bir değişikliğin bile ne kadar güzel olacağının hayali eşliğinde ilkbahar sabahına ait masmavi gökyüzünü izliyordum. Tıpkı hayatım gibi tek yaptıkları oradan oraya sürüklenmek olan bulutlar doğanın güçlerine boyun eğerek yolculuklarına ağır ağır devam ediyorlardı. Sıkıcı olduklarını düşündüm. Gökyüzüne bakmaktan yorulmuştum. Başımı yana çevirdiğimde belirsiz bir uzaklıktaki hareketlilik dikkatimi çekti, gözlerimi kısıp daha dikkatli baktım. Kayalıkların üzerinde yürüyen bir kız ufak ve neşeli adımlar atarken suya iyice yaklaşmasına rağmen kararlı şekilde hiç yavaşlamadan ilerliyordu. Tuz kokulu suya ulaşması atacağı son bir adıma kalmıştı. Yani şimdi durmalıydı fakat o son adımı da attığında yattığım yerden hızla doğruldum, sonra olanlara bakakaldım.

 

7 Haziran 2025 Cumartesi

    Merhaba, 24 Haziran 2024 günü ilk cümlesini yazdığım 4. romanımı on bir ay iki hafta, 349 gün sonra 7 Haziran 2025’te son cümlesini yazarak tamamladım. -Son- kelimesini yazmak her seferinde ayrı bir heyecan. Şimdiki süreç de en az yazmak kadar heyecanlı. Üzerinden sayısız kez geçmek🙂. Tabii öncesinde üçüncü romanımın hala devam eden yayım süreci var. Onun öncesinde ise başka bir sürpriz.